Evlilik birliğinin kurulması ile birlikte kadının eşinin soyadını aldığını hepimiz biliyoruz. Yürürlükte bulunan 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 187. maddesi kadının evlenmekle kocasının soyadını alacağını; ancak evlendirme memuruna veya daha sonra nüfus idaresine yapacağı yazılı başvuruyla kocasının soyadı önünde önceki soyadını da kullanabileceğini düzenlemiş bulunmaktadır. Buna göre evlenen kadın isterse sadece kocasının soyadını kullanacak isterse de evlenmeden önceki soyadını evlenmekle kazandığı kocasının soyadının önünde kullanabilecektir. Bu yasa hükmü uyarınca da evlenen kadına yalnızca kendi soyadını kullanma imkanı seçenek olarak sunulmamaktadır. Söz konusu bu düzenleme hem eşitlik ilkesine hem de ayrımcılık yapmama kuralına aykırı düşmekte ve bu çerçevede de tartışmalara konu olmaktadır.
Evlenen kadın yönünden, yıllarca kullandığı soyadını tamamen değiştirmeye ya da çift soyadı kullanmaya zorlanmanın birçok sosyal ve beşeri külfeti de beraberinde ortaya çıkmaktadır. Kadın erkek eşitliğinin savunulması ve de toplumun her alanında aktif rol oynayan kadının eşitliğinin gerçek anlamda uygulanabilirliği açısından, kadına sadece kendi soyadını da kullanabilme seçeneğinin tanınması büyük önem arz etmektedir. Hukuk ilkelerinin kuramsallıktan çıkarak, toplumda uygulanan normlara dönüşmeleri ve de teorinin pratiğe geçirilmesi gerekmektedir.
Bu konuda Yargıtay Hukuk Genel Kurulu tarafından 30.09.2015 tarihinde önemli bir karara imza atılmıştır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2014/889 Esas 2015/2011 Karar sayılı kararı ile evlenen kadının evlilik birliği içerisinde sadece kendi soyadını kullanabileceğine hükmedilmiştir. Bu karara kadar evlilik birliği içinde sadece kendi soyadını kullanmak isteyen kadınlar hukuk mahkemelerine başvurularda bulunmuş ancak; yerel mahkemelerce TMK m.187 açık hükmü gerekçe gösterilerek davalar reddolunmuş veya yerel mahkemeler davayı kabul etse dahi Yargıtay tarafından kabul hükümleri bozulmuştur.
Anayasa Mahkemesi’ne temel hak ve özgürlüklerin ihlali iddiasıyla bireysel başvurunun önünün açılması ile birlikte, haklarını yerel mahkeme ve temyiz aşamasında elde edemeyen kadın başvurucular Anayasa Mahkemesi’nin yolunu tutmuştur. Her ne kadar Anayasa Mahkemesi TMK 187’nci maddesinin iptali için yapılan başvuruyu reddetmiş olsa da, dava açmış olan kadınların Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurmaları karşısında çıkan kararlar ile birlikte görüş değişikliğine girmiştir. AİHM’nin bu konuda örneklenebilecek önemli kararlarından biri Ünal Tekeli -Türkiye Davası’dır (Başvuru No: 29865/96). AİHM söz konusu davada “Başvuranın yaptığı şikayet, evli kadınların evlendikten sonra yalnızca kızlık soyadlarını yasal olarak kullanamamalarına karşın evli erkeklerin evlenmeden önceki soyadlarını kullanabilmeleri hakkındadır. Bu durumun, benzer konumdaki kişiler arasında cinsiyete dayalı “farklı muamele” teşkil ettiği şüphesizdir.” demiştir ve AİHS’nin 8. maddesi (özel yaşama ve aile yaşamına saygı hakkı) ile birlikte düşünüldüğünde 14. maddenin (ayrımcılık yasağı) ihlal edildiğine karar vermiştir. Şüphesiz Anayasa Mahkemesi’nin görüş değiştirmesinde AİHM’nin aynı yönde aldığı çeşitli kararların etkisi yadsınamayacak derecede fazladır. Zira Anayasa’nın 90. maddesine göre, temel hak ve özgürlüklere ilişkin iç hukuk düzenlemeleri ile bu konularda devletin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerin çatışması durumunda uluslararası sözleşme hükümlerine üstünlük tanınacaktır.
Kadının, eşinin soyadını taşıma zorunluluğunun AİHM tarafından ayrımcılık yasağının ihlali olarak kabul edilmesi ile Anayasa Mahkemesi görüş değişikliğine giderek; TMK m.187’nin AİHS’nin ayrımcılık yasağı getiren 14. maddesine ve Anayasa’nın kişi dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı düzenleyen 17. maddesine aykırılık teşkil ettiğini kabul etmiştir.
Anayasa Mahkemesi’nin söz konusu görüş değişikliğinden sonra Yargıtay Hukuk Genel Kurulu da 30.09.2015 tarihli kararında “Anayasa'nın 90. maddenin beşinci fıkrası uyarınca, sözleşmeler hukuk sistemimizin bir parçası olup, kanunlar gibi uygulanma özelliğine sahiptir. Yine aynı fıkraya göre, uygulamada bir kanun hükmü ile temel hak ve özgürlüklere ilişkin olan sözleşme hükümleri arasında bir uyuşmazlığın bulunması halinde, sözleşme hükümlerinin esas alınması zorunludur. Bu kural bir zımni ilga kuralı olup, temel hak ve özgürlüklere ilişkin sözleşme hükümleriyle çatışan kanun hükümlerinin uygulanma kabiliyetini ortadan kaldırmaktadır.
Direnmeye konu yargılama kapsamında verilen kararın 4721 sayılı Kanun'un 187. maddesine dayanarak verildiği anlaşılmaktadır. Ancak, yukarıda yer verilen tespitler ışığında ilgili Kanun hükmünün sözü edilen Sözleşme hükümleri ile çatıştığı görülmektedir. Bu durumda, uyuşmazlığı karara bağlayan ilk derece Mahkemelerinin, AİHS ve diğer uluslararası insan hakları antlaşmaları ile çatışan 4721 sayılı Kanun'un 187. maddesini kararlarına esas almayarak, başvuru konusu uyuşmazlık açısından Anayasa'nın 90. maddesi uyarınca uygulanması gereken uluslararası sözleşme hükümlerini dikkate alması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Somut olaya gelince: sebep önemli olmaksızın davacı evlilik birliği içinde sadece kızlık soyismini kullanmak istemektedir. Kızlık soyismini kullanmak istemek için haklı bir gerekçenin bulunmasına ihtiyaç bulunmamaktadır. Bu hak AİHS 8 ve Anayasanın 17. maddeleri kapsamında bir insan hakkıdır ve cinsiyete dayalı olarak bir ayrıma tabi tutulmaksızın erkek ve kadın arasında eşit şekilde uygulanmalıdır. Aksi durum AİHS’nin 14. maddesine aykırılık teşkil edecektir.” şeklinde hüküm kurmuştur.
Dolayısıyla da bundan böyle her ne kadar TMK 187. Madde kadının kocasının soyadını kullanması zorunluluğunu getirse de, Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerle çelişen bu yasa hükmünün yarattığı hukuka aykırılık durumu mahkemeler aracılığıyla ortadan kaldırılabilecek ve evlenen kadın arzu ederse sadece kendi soyadını kullanabilecektir. Üstelik de bu haktan yararlanabilmek için kadının herhangi bir sebep gösterme zorunluluğu da bulunmamaktadır.
Ad – soyad kişinin doğumundan itibaren kullandığı, kendi benliğini bütünleştirdiği kavramlardır. Bu bağlamda kadını, evlenmekle soyadı değiştirerek yeni bir kimliğe bürünmeye mecbur etmek başta eşitlik ilkesi olmak üzere hukuk ilke ve normlarına ters düşmektedir. Bu nedenle anılı yargı kararının toplumsal düzende eşitliği sağlama noktasında yerinde ve doğru bir karar olduğunu söylemek gerekmektedir.
Uygulamada bu eşitliğin sağlanması henüz biraz çaba gerektirmekte ise de ileride yapılacak kanuni düzenlemelerle bu sorunun da ortadan kalkacağını düşünmekteyiz. Şu an için nüfus müdürlükleri evlenen kadının sadece kendi soyadını kullanmak için yaptığı başvuruları Türk Medeni Kanunu’nun 187. Maddesini gerekçe göstererek reddetmektedirler. Fakat aile mahkemesine yapılacak başvuru ile kadının evlilik birliği içerisinde kendi soyadını kullanmaya devam etmesi yönünde açılan davalar kabul edilmekte ve nüfus müdürlükleri de söz konusu yargı kararları uyarınca işlem yapmaktadırlar.
KAYNAKÇA
- European Convention on Human Rights https://www.echr.coe.int/Documents/Convention_TUR.pdf
- European Court of Human Rights (Ünal Tekeli – Türkiye Davası Başvuru No: 29865/96 Resmi olmayan çeviri) https://hudoc.echr.coe.int/eng#{%22languageisocode%22:[%22TUR%22],%22appno%22:[%2229865/96%22],%22documentcollectionid2%22:[%22CHAMBER%22],%22itemid%22:[%22001-158595%22]}
- Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2014/889 esas 2015/2011 karar sayılı, 30.09.2015 tarihli kararı